5 Nisan 2011 Salı

H. Mueller / Resmi Tasvir

Steple ve savan arası bir arazi, gökyüzü prusya mavisi, iki dev bulut yüzüyor içinde, sanki tel iskeletlerle, her halükarda bilinmeyen bir teknikle tutturulmuşçasına, büyük olan soldaki herhangi bir boş zaman parkındaki tasmasını koparmış lastik bir hayvan olmalı, veya yuvasına uçan bir parça Antarktika, ufukta alçak sıradağ, arazinin sağında bir ağaç, daha özenli bakışla farklı yükseklikte üç ağaç, mantar şeklinde, kökler yan yana, belki de aynı kökten, ön plandaki ev sanayi ürünü olmaktan çok el yapımı, ihtimal betondan, bir pencere, bir kapı, çatısı evin önündeki ağacın onu aşıp yükselen yapraklarıyla örtülü, ağaç gerideki gruptan farklı türden, meyvesi yenilebilir, veya göze konukları zehirlemeye uygun gibi görünüyor, bir bahçe masasında bir cam kavanoz, ağaç tacının gölgesinde kalmış belli belirsiz, içinde limona benzeyen meyveden altı veya yedi tane, masanın duruşuna bakılırsa, kaba elişi, çapraz ayakları yontulmamış taze kavak gövdesinden, katlanır, güneş, veya ışığı her zaman bu bölgeye ne gönderiyorsa, resim anında zirvede duran, belki GÜNEŞ duruyor orada, daima ve SONSUZDA: hareket edip etmediğini resim belirtmiyor, bulutların da, tabii bulutsa onlar, belki de bulundukları yerde yüzüyorlar, onları tutan tel iskeletin sabitlendiği lekeli mavi tahtaya keyfi bir tanımlamayla GÖKYÜZÜ deniyor, bir ağaç dalına kuş tünemiş, yapraklar türünü gizliyor, akbaba olabilir veya tavus kuşu veya tavus başlı bir akbaba, bakışı ve gagası resmin sağ yarısına hakim kadına yönelmiş, kadının kafası sıradağı yarıyor, yüzü hoş, çok genç, burnu uzundan öte, dibi şişmiş, belki de yumruk yemiş, bakışları yere dönük, bir resmi unutamıyormuş ve/veya bir başkasına bakmak istemiyormuş gibi, saçlar uzun ve meçli, sarı veya gri beyaz, sert ışık farkı yok ediyor, giysisi eleğimsi kürk bir manto, geniş omuzlara uygun kesimde, iplikleri seçilen, ipekten olması olası ince gömleğinin üzerinde, çok uzun sağ kolunun sökük yerinden kalbinin, yani sol göğsünün hizasına kaldırdığı kırılgan ön kolu görünüyor, bir savunma jesti veya sağır-dilsiz diyalogu, gardında bildik bir korku hükümran, dayak çarpma saplama olup bitmiş, savunması düşmüş, yara artık kanamıyor, korkuya yer bırakmayan boşluğa yönelmiş yineleniş, kadının yüzü seçiliyor, ikinci bir tasarıma göre, sıçan suratlı, çam ağacını sözcük leşlerini ve dil pisliğini öğüten bir kemirgenler meleği, mantosunun sol kolu paçavraya dönmüş, saldırı veya kaza sonrası yırtılmış gibi, hayvan veya alet, kolun yaralanmamış oluşu ilginç, yoksa kolundaki kahverengi lekeler pıhtılaşmış kan mı, uzun parmaklı sağ elin duruşu sol omuzdaki ağrıya mı delalet, yen içindeki kol kırık, ya da eti yaralı olduğundan mı öyle sarkık kalmış, kol el kökünün but kısmından kesik, çalıntı olmalı el, bir kütük (belki de kan bulaşmış) veya bir çengel, kadın dizlerinin üstüne kadar hiçlikte duruyor, resim çerçevesince ameliyat edilmiş, ya da evden çıkan adam gibi yerden bitiyor ve eve saklanan aynı adam gibi yok oluyor, eğer HERŞEYİ GÖRMÜŞ göz kısılarak resme kilitlenirse, iki göz kırpma arası fark edilen, çerçeveyi aşan, sona ermeyen hareket durulana dek, köklerin sürgün eylemine katılaşmış toprağa ve dip suyuna yağan uçuş, pencere ağaç ve kadının arasında sonuna kadar açık, perde dışarı sallanıyor, fırtına evden çıkacakmış gibi, ağaçlarda rüzgardan eser yok, yoksa fırtınayı çeken kadın mı, ya da yerden biterek ocaktaki küle mi çağırıyor onu, ne yada kim yanmış, bir çocuk mu, başka bir kadın mı, bir sevgili mi, yoksa aslında kendi artığı mı o kül, beden mezarlıkların zulasında korunur, adam kapının aralığında, sağ ayağı kısmen sallantıda, sol ayağı bilinmez bir güneşin kuruttuğu, ot lekeli kahverengi yere sabit, sağ elinde öne uzanan kolunda, bir kuş, bir avcının kanadını parçalayan kancasında, kıpırdanan çok uzun yamuk parmaklarla donanmış sol el, ölüm korkusu sinmiş tüyleri yoluyor, görene göre bir sessiz çığlığa aralanmış kuşun gagası, ağaçtaki kuş ta sağır, ilgilenmiyor kuşla, pencerenin karesinden görünen türdeşinin, tünediği yerden göremediği iç duvardaki kara damarlı iskeletinin, onunla hiç bir alakası yok, adam gülümsüyor, adımı sallanıyor, bir dans adımı, görüp görmediği belirsiz kadını, kördür belki de, körlerin dikkatidir gülüşü, ayaklarıyla görmektedir, ayağına takılan her taşa gülüştür, veya iş üzerindeki katilin gülümsemesidir, neler olmuştu çapraz bacaklı masada, üzerinde meyve dolu kase ve içinde hala masadan ve kenarından damlayarak geniş bir gülüşle masanın altına yayılan, siyah bir sıvının çınladığı devrilip kırılmış şarap bardağı olan, önündeki yüksek arkalıklı sandalyenin bir özelliği var: dört bacağı yarı boydan, dağılmasını engellemek istercesine bir telle bağlanmış, sağda ağacın arkasına atılarak devrilmiş bir başka sandalye, arkalığı kırık, tel korunak kare değil, yalnızca bir Z, belki daha önceki bir yükleniş, belki bir ölüm, dayanıksız kıldı öbür bacakları, yada vahşi bir sevişme, veya ikisi birden, adam sandalyede, onun üzerinde kadın, dölyatağında organı, kadın adamı ziyaretinde içinden çıkmak için uğraştığı mezar toprağının, kürk mantosundan süzülen dip suyunun etkisiyle daha da ağır, hareketleri sakin bir sallantı önce, sonra giderek hızlanan bir süvarilik, ta ki orgazmı adamın sırtının sandalyenin arkalığına, kırılmasına yol açan yüklenişine dek, masanın köşesindeki şarap bardağını devirmiş sırtı kadının ve, meyvelerle ağırlaşarak kayan kase, kendini öne doğru fırlatıp kadın kollarını adamın boynuna, adam da kürk mantonun altındaki kollarını dolayarak kadını, kadın da adamı boynundan ısırınca, birden masanın kenarında kalıvermişti, sandalyede oturan kadındı ya da, adam arkasında durmuştu, başparmaklarını birleştirip ellerini boynuna dolamıştı, oyun gibiydi önce, orta parmaklar hissediliyordu sadece, sonra kadın sandalyenin arkasına doğru bükülerek tırnaklarıyla adamın kol kaslarını tırmalamış, kafası kanla dolarak, boyun ve alın damarları ortaya çıkıp, yüzü mavimtrak kırmızı bir hal alınca, bacaklarını çırpıştırarak masaya çarpmış, şarap bardağı devrilmiş, kase kaymaya başlamıştı, çemberi tamamlamış mıydı acaba boğazlayan, başparmak başparmağa, parmak parmağa, kadının elleri kollarının ucundan yavaşça düşene ve gırtlağın veya boyun kemiklerinin, çatırtısıyla işin sona erdiğini belli edene dek, belki de ölümün ağırlığı ile adam o an ellerini çektiğinde, sandalye arkalığı veya kadının mavimsi kızarmış yüzü öne doğru, içinden o koyu sıvının, şarabın ya da kanın, yere doğru yol aradığı şarap bardağına devrilmişti, ya da kadının çene altında boğazındaki limelenmiş gölge bir bıçağın kesiğiydi, limeler boynu boyunca ve yüzünün sağındaki saç tutamında uzanan pıhtılaşmış kandı, kapı tokmağında solak caninin izleri, sağdan sola doğru hat çizmişti, ceketin eteğinden sarkıyordu bıçağı, kırılmış bardağın parçaları birleşirse ve kadın, boynunda yara izi olmadan doğrulursa masadan onu yine kullanacaktı, yoksa kana susamış melek kadın mıydı, kuşun gırtlağını ısıran ve açılan boğazından, ölülerin gıdası kanını, bardağa boşaltan, kuş için değildi bıçak, göz hizasına kadar yerin renginde adamın yüzü, alnı ve görünen eli kağıt gibi beyaz, tüyleri tutan öteki görünmüyor, eldiven takarmış hali var aleni faaliyetinde, resmin şu anında neden takmıyor, arazinin ışığına uygun ve renkleri belirgin kılacak, pişen alnına neden şapka gibi bir şey takmıyor, ne olabilir işi, adama göre belki gündelik cinayet varsayılan gündelik diriliş kadına göre belki de, hayvanlar sadece bulut gibi görünüyor bu arazide, hiç bir elle tutulamaz, bir çağrı kapanına yakalanmış, ağaçtaki kuş son istihkak, abartılı olur otları yolmak, GÜNEŞ, belki de bir çoğu GÜNEŞLERİN, yakıyor otları, hemen toplanır kuşlu ağacın meyveleri, sadece kağıt beyazı doruğu seçilen alçak sıradağların oralardaki çelik ağa uzanmış mıydı boğazlayanın kıpırdanan parmakları, yeraltındaki ölülerin yer değiştirmelerinden kopan taş darbelerinden korunma mıydı, mezarlıklardaki gelişim birtakım açılardan, Planetin gizli nabzıydı, resmin ima ettiği buydu, iskeletinin asılacağı duvardaki yeri ile, çabuk sindirilecek ağaçtaki kuş, hafif ağırlığı ile eşikteki eylemci katile, sınırına ulaşan süreğenliği ima ediyordu belki, ya da hareket tersine dönerdi, yılanların dağlardan indirdiği ölüler diriliş fırtınasındaki mezarların ahalisi tam kadro olana dek, yoksa çarpıcı bakışları ve vantuz gibi ağzı olan, üzerinde büyük manevranın yapılmak zorunda olduğu araziyi sondajlayan, öte alemin MATA HARİ’si, hiçlikten sılaya dönen artıkları, aç iskeletleri etle, topraktan kanı emen damarlarla kuşatılmış eti deriyle kaplayan bir karşılayıcı mıydı kadın, ya da bu meleğin elbisesinin içi boş muydu, daha fazla vücut bulamadığı için yer altında balçıklaşan et kütlesi, ölülerin rüzgarda cennetin polisine salladığı ÖFKELİ PARMAK, canlanışın doğal düşmanlarının karşısına evine yerleştiği rüzgarı çıkaran öncü ve RÜZGARIN GELİNİ, o anda fırtına olmuş esiyordu rüzgar, kadını gösteriyordu rüzgar gülü, belki de katil (gizli) görevi kuşları yok etmek olan hizmetçi, bir ölüydü sadece, işinin hemen erişecek sonunu gösteriyordu sallantıdaki dans adımı, üzerindekileri çıkarırdı çalışmasının sonunda, belki de yeraltına geri dönmedeydi kadın, fırtınadan döllenmişti yeniden doğumun tohumları, eklemlerin, kemiklerin, kıymıkların ve iliklerin patlamasından, parçaların arasındaki mesafeyi işaret ediyor rüzgardaki hazırlık, ve belki de, depremin soluğunun yurtlandırması ile gezegenin derisinden püskürüyordu, BÜTÜN bunları oluşturanlar, yıldızların ölüleriyle çiftleşmesi, aslında kemiklerin yerine geçen sinirden, örn. tıpkı görünmez kökleriyle kulübeye tırmanan ve içini tavana dek çoktan kaplamış olan sarmaşık gibi veya sandalyelerin telden aksamı gibi, sıradağı yeryüzüne mıhlayan ağ gibi veya, ya da her şey farklıydı, sıradağdan görselliği kötü taramayla esirgeyen özensiz bir boya kaleminin ay haliydi çelik ağ, belki de bir planı takip etmekteydi kompozisyonun seçimi, bir levha üzerinde mi duruyor ağaç, kökleri kesilmiş, ardındaki farklı türden ağaçlar, ağaçların bilinmediği bir iklimin bitkisi, uzun konçlu mantarlar mı, beton kütle nasıl gelmiş araziye, taşıma veya taşıt izi yok ortada, SÖYLEMİŞTİM SANA BİR DAHA GELMEMELİYDİN ÖLÜDÜR ÖLÜ, bir sürtünme izi yok yerden ışıyan, GÖKYÜZÜNDEN düşmüş, ya da sadece bırakılmış, ölüler tarafından solunabilen, GÖKYÜZÜ olarak belirtilenin üzerinde sabit bir noktada hareket eden, kucaklayıcı kolu olan bir hava, bir müze eseri mi bu sıradağ, içinde sıradağların saklandığı yeraltındaki bir sergi mekanından mı ödünç alınma, çünkü dağlar doğal yerlerinde meleklerin alçak uçuşunu engeller, bir araştırmanın düzeni “bütün” bu resim, tasarımının hamlığı deney hayvanlarına ilginin vurgulanışı, adam, kuş, kadın günlük ölümlerin kan pompası, adam kuş ve kadına karşı, kadın kuş ve adama karşı, kuş kadına ve adama karşı gezegene güç sağlayan madde, kan mürekkep, kağıtsı hayatı renkle tarifleyen, onun gökyüzünü de anemiye zorluyor etin dirilişi, aranan: açık vermesi akışın, aynıların dönüşündeki farklı olan, sözsüz metindeki kekeleme, sonsuzluktaki delik, belki çözülen bir HATA: katilin dağınık bakışı bıçağın keskin yüzüyle ağaçtaki kuşun üzerinde, boşluğunda arazinin, sandalyede kurbanının boynunu sınayan, kesmeden önceki duraksama, kan akmadan önceki göz kapama, kadının boğazını bir an sıkmayı gevşeten kadının gülüşü, bıçak tutan eli titreten, kesmenin parıldayışını donduran kuşun pikesi, adamın tepesine konuş, sağa ve sola iki gaga darbesi, fırtınanın girdabına kan püskürterek kadını arayan körün sendeleyişi ve çığlığı, anlık bir hata sırasında doğuveren korku, iki bakış arası bir zamanda oluşan görme hattı, umut hızla yönelen bıçağın artan dikkatinde, aynı anda yoruluşundaki keskin sırttadır, korkunç olanın bilincinde çakıveren güvensizlik: CİNAYET bir cinsiyet değişimidir, KENDİ BEDENİNDE YABANCI, bıçak yaradır, satır sırtı, aksayan görünüm dahil mi plana, mercek hangi alete sabitlenmiştir, bakışın rengini emen, retina hangi göz boşluğuna gerili, kim YA DA NE sorguluyor resmi, AYNADA OTURMAK, dans adımlı adam BEN miyim, mezarım onun yüzü, boğazında yara, sağ ve sol ellere paylaşılmış kuş, BEN ağzında kan olan kadın mıyım, BEN gagasının iziyle katile gece yolunu gösteren kuş muyum, BEN donan fırtına. 
(No-oyunu KUMASAKA’ya, Odysse’nin 11. Şarkısına ve Hitchcock’un KUŞLAR’ına atıf olan RESMİ TARİF, ALKESTİS’in üstünün kaplanışı gibi okunabilir. Metin ölüm tarafındaki bir araziyi betimliyor. Anlatılan geçmiş olduğu için davranış gelişigüzeldir, yokedilmiş bir dramatik yapının anılarındaki patlama gibi.)
 
Özgün Metin : Heiner MÜLLER
Çeviren : Ergün Işıldar

Hiç yorum yok: